Zülal

Zülal..
Hüzünlü gözlerinden nasıl da akıyor yaşlar ard arda.
Sonu gelmedi bir türlü acılarının.
Dayanacak bir duvar, tutunacak bir dalın olsa, bu kadar acımaz için, titremez di yüreğin.

Zülal..
Sen bir dağ gelinciği…
Koklanmamış bir gül…
Hayatın bütün yükü omuzlarında hatırlıyormusun.
Mevsimlerden kış, aylardan Ocak..
Pencere kenarında oturmuş yıldızlara bakarken,
Çocukluğundan bir iz, bir ses kulağında.
O sese dogru yürüdü Zülal.
Ne ses vardı ne de bir gelen.

Neydi o ses, gördüğünü zannettiği hayalmiydi..
Ne hatırlamıştı neydi hayalinde kalan..
Çok korkmuştu, köşe bucak saklanıyordu.

Kaçtığı zor geçen çocukluğunun, gelecek zor günlerin habercisiydi belki de..

Ah Zülal’im..
Bilmezmisin insan kendinden kaçamaz.
Tutacak tutacağı bir tek kendi elidir..
Sen sen ol yüreğini savurma.
Kırılan kalbini kendin tamir etmeyi öğren.
Hüzünlerini mutluluklara çevirmeyi başar.
Acılarını kimsenin görüp sana acımaması için derinlere, en derinlere gömüyorsun ya hani…
Bazen kendi kendini teselli ediyorsun.

Yok say hüzünlerini, kimsenin sana acımasına izin verme.
Yargılayacak biri olacaksa o da sen ol.
Kendi yaranı kendin sar, Öyle ya kim bilecek..
Yaranın dermanı nerde kim bilir..

Evindar Sayılgan.

Bir Cevap Yazın

Powered by WordPress.com.

Up ↑

Discover more from EDEBİ DOSTLARI (E~D) TAHLİL & EDEBİYAT

Subscribe now to keep reading and get access to the full archive.

Continue reading